Baba ile kızın hayat dansı
Warning: getimagesize(D:WebrootRadikal/veriler/2003/06/15/03.gif) [function.getimagesize]: failed to open stream: No such file or directory in D:WebrootRadikalhaber.php on line 147
Warning: getimagesize(D:WebrootRadikal/veriler/2003/06/15/03.gif) [function.getimagesize]: failed to open stream: No such file or directory in D:WebrootRadikalconfig.php on line 501
|
En çok babasıyla yürümekten keyif alan Ergül, kitap okumaya bayılıyor. FOTOĞRAFLAR: TİMUR SOYKAN
|
Sefer Dağcı, eli ayağı tutmayan kızına doğduğu günden beri büyük yaşam sevgisi aşıladı. Baba-kızın her gün en az altı saat süren, bazen 10 saate ulaşan yürüyüşüne tüm Karamürsel halkı hayran
15/06/2003 (619 kişi okudu)
TİMUR SOYKAN (Arşivi)
KOCAELİ - Bugün, Babalar Günü. Karamürsel'de bir baba, yıllardır her gün olduğu gibi 23 yaşındaki spastik kızını, koltuk altlarından tutup kaldırarak sahilde gezdiriyor. Baba Sefer Dağcı ve kızı Ergül Dağcı büyük bir zorlukla yürüyor. Çünkü Ergül'ün bedeni kasılmalar yüzünden sürekli savruluyor ve 65 yaşındaki babası onu kaldırmadan ayakta duramıyor. Onları gören Karamürsellilerin çoğunluğu, Sefer Dağcı'nın yanına gelip 'Babalar Günü'nü kutluyor. Çünkü onu 15 yıldır, her gün ter içinde kendisinden daha yapılı olan kızına sahil yürüyüşü yaptırırken görüyorlar.
Birlikte attıkları küçük ve zorlu adımlarla saatlerce süren yolculukları sırasında deniz kıyısında oturup birbirlerine sarılarak dinleniyorlar. Ergül'ün ağzından güçlükle çıkan kelimelerle sohbet ediyorlar. Babanın kahkahalarına, Ergül'ün güçlükle açılan ağzındaki gülümseme ve kahkahalar ekleniyor. Bu ana şahit olanlar 'acımamaları' gerektiğini, onların birbirine sahip olmaktan çok mutlu olduğunu öğreniyor. Türkiye'de binlerce engelli eve kapalı bir yaşam sürerken Sefer Dağcı, hergün kızına dünyanın güzelliklerini gösterme mücadelesi veriyor.
Önce İlkgül geldi
Sefer Dağcı, henüz dokuz yaşındayken memleketi Ordu Akkuş'tan, İstanbul'a kaçmıştı. Çocuk aklı, İstanbul'un yoksulluğuna çözüm olacağına inanıyordu. Yıllarca İstanbul'da lokantalarda, inşaatlarda çalıştıktan sonra 'görücü usülü'yle karısı belirlenmişti. 1968'de köyünde 14 yaşındaki Necmiye'yle evlendirildi. İstanbul'a döndüler. Sefer Dağcı İETT'de, eşi bir muhasebecinin yanında çalışıyordu. Evliliklerinin üçüncü yılında ilk çocukları dünyaya geldi. Adını 'İlkgül' koydular. Daha sonraki 'gül'lerini müjdelemesi için.
Erken gelen gül
İlkgül, dokuz yaşına bastığında yuvalarında yeni bir heyecan vardı. Necmiye Dağcı, hamileydi. Yedi aylıkken doğum yaptı. Bebeklerine, erken doğduğunu her zaman hatırlatacak bir isim buldular: Ergül. İlk zamanlar, Ergül'ün diğer çocuklardan farkı yoktu. Rahatsızlığı geliştikçe anlaşılır olacaktı. Ergül, emekleyemiyor, ayakta duramıyordu. Bütün çabalarına karşın, küçük bedeni ve kafası dik durmuyordu.
Ergül, 1.5 yaşındayken doktorlar, Ergül'ün spastik olduğunu söyledi. Doğum sırasındaki bir hata ya da doğar doğmaz geçirdiği sarılık yüzünden oksijensiz kalan beyni hasar görmüştü. Beyincikte oluşan hasar ve hareket hücrelerinin ölmesi, yürümesini, ayakta durmasını, bedenini kontrol etmesini engelleyecekti. Bedeni istemdışı kasılacaktı.
Anne işini bıraktı
Dağcı ailesi için karanlık günler başlamıştı. Doğum yaptığında 25 yaşında olan anne Necmiye Dağcı, günlerce kendisini eve kapattı, intihar etmeyi düşündü. Baba Dağcı, hüznünün yanında kararlar alıyordu. Bebeğine dünyanın güzelliklerini mümkün olduğunca göstermenin, onu hayata bağlamanın kararını
o günlerde aldı. Ergül büyüdükçe yaşamının ne kadar zor olacağı anlaşılıyordu. Anne Dağcı, çocuğunun ihtiyaçları için işini bıraktı. Ergül'ün zekâ gelişiminde hiç sorun yoktu. Bedeninin aksine zekâsı, yaşıtlarından çok daha gelişkindi. Yürüme yaşı geldiğinde babası onu tutarak yürütmeye çalışıyordu. Ona engelini hissetirmemek için oyunlar oynadı. Babası kollarından tutarak ona koşmanın nasıl bir duygu olduğunu hissettirmeye çalıştı, topa vurmasını sağlamak için günlerce uğraştı.
Baba ve kızın sokaklardaki ilk yürüyüşü, Ergül üç yaşındayken başladı. Ergül, beli ile boynunu kontrol edemediği ve otururken canı yandığı için tekerlekli sandalye kullanamıyorlardı.
Babası Ergül'ü her hafta İstanbul'un çeşitli yerlerine götürüyordu. Kimi zaman Büyükada'da faytona biniyorlar, kimi zaman Moda sahillerinde zorlu yürüyüşlerini yapıyorlardı. Tiyatro, sinema, sirk ve lunaparka gidiyorlardı. Yolculuklarını bütün zorluklarına karşın otobüs ve minibüslerle yapıyorlardı. Kızının bütün taşıtlara binmesi gibi bir hedefi de vardı. Banliyö treni, tramvay, vapur yolculukları yaptılar.
Karamürsel'e taşındılar
Ergül büyüyüp ağırlaştıkça yolculukları zorlaşıyordu. İstanbul bedenine neredeyse hiç hâkim olamayan bir engelli için yaşanması çok zor bir kentti.
Doktorlar, Ergül'ün denize yakın olmasının faydalı olacağını söylemişlerdi.
Denizde hareket edebilir, güneş ve kumsal kemiklerine iyi gelirdi. Ergül, dokuz yaşındayken Sefer Dağcı, emekli oldu ve Karamürsel'e taşındılar. Ergül, burada sahil yürüyüşü yapabilirdi. Ancak deniz kirliydi; rahat hareket ettiği denizden onu çevreyi kirletenler mahrum bırakıyordu.
Karamürselliler, ilk kez 1989 yılında Sefer Dağcı ve Ergül'ü sahilde yürürken gördüler. Zorlukla birlikte küçük adımlar atarak deniz havasını soluyorlardı. Ayaklarının ucunda yürüyen, bedeni kasılmalarıyla hareketlenen kızla onu tutan babası, dans ediyor gibiydi. İnsanlar her gün spastik kızla babasının sahil boyunca süren 'dansı'nı izledi. Yıllar geçti, Ergül büyüdü, baba yaşlandı ama onların yürüyüşü hiç bitmedi. Havanın güzel olduğu günler kimi zaman altı, kimi zaman 10 saat sahilde yürüyüp vakit geçirdiler. Karamürsel Belediyesi, Sefer Dağcı'yı yılın babası seçti.
Bir bilgisayarı olsa...
Bugün 23 yaşında olan ve oturarak duramayan Ergül, evde yatmak zorunda. Kasılma sonucu kollarının savrulmasını engellemek için ellerini bacaklarının arasınasıkıştırarakduruyor.
Onun zorlukla konuştuğunu ve bedenindeki engelleri görenler, zihinsel bir özrü olduğunu düşünüyor ama o çok zeki. Evin ekonomik kararlarını o alıyor.
Kendisine yiyecek ve giysi alınacağı zaman alışverişe o da katılıyor ve seçimleri o yapıyor. Hiçbir eğitim görmeyen Ergül, okumayı beş yaşında kendi kendine öğrenmiş.
En sevdiği ise kitap okumak. Bacaklarının arasına sıkıştırdığı elleriyle kitap sayfalarını çeviriyor. Nâzım Hikmet, Attila İlhan, Ataol Berhamoğlu'nun kitaplarını çok seviyor. Geniş bir kütüphanesi var. Kendi yaşamındaki zorluklara karşın, dünyaya, insana duyarlı. Zorlukla oynattığı ağzıyla "Haberleri izleyip, duyarsız olmak mümkün mü?", "Ezilenler, sadece engelliler değil" diyor.
Duyarlılığı yaşama olan bağlılığını da gözler önüne seriyor. Kitap okumaktan sonraki keyfi ise şifreli kanalın elektronik posta sisteminden insanlarla 'mail'leşmek. Uzaktan kumandayla mesajlar yazıyor. Evinde bir bilgisayarı olsa internet ona yeni bir dünya açacak ama yalnızca emekli maaşıyla geçinen ailesinin şu an bilgisayar alacak parası yok. Maddi olanaksızlıklar nedeniyle Ergül için çok faydalı olan denize de yıllardır gidemiyorlar.
Evlerinde bütün yaşadıklarına karşın bir neşe havası var. Hayata her zaman olumlu bakan özverili baba, anneyle kızlarının sohbetleri, hep gülüşmelerle
dolu. Hatta yürüyen merdivenlerden birlikte düşmelerini, insanların yanlış davranışlarını bile gülerek anlatıyorlar. Ama Nazmiye Dağcı 17 Ağustos
depremi olduğu sırada kızına sarılıp, "Ne güzel birlikte ölüyoruz yavrum" dediğini anlatıyor. Annesi bunu söylerken, Ergül yattığı yerden zorlukla ağzından dökülen sözcüklerle, "Annem biraz delidir" diyor. O yaşam dolu. Ama annesinin neden böyle düşündüğünü de biliyor.
Çünkü gelecek büyük bir soru işareti. Anne ve babası, kendilerine bir şey olması halinde kızlarına kimsenin bakmayacağını, devletin onun bakımını yapacak bir kurumunun olmadığını biliyor.
Ergül'e kim bakacak?
Nazmiye Dağcı, "Yaşlandık. Bize bir şey olursa Ergül'e bakacak kimse yok. Engeli ileri derecede olduğu, kendi ihtiyaçlarını hiçbir şekilde karşılayamadığı için özel ve kamuya ait hiçbir kurum bakmıyor. Devlet böyle vatandaşlarını sahipsiz bırakıyor" diyor.
Ergül gelecekle ilgili korkusunu şöyle anlatıyor: "Yıllardır onlar benim özrümü o kadar iyi kapatılar ki bazen özürlü olduğumu unutuyorum. Onlar var olduğu sürece hayatımda hiçbir engelin olmadığını hissetmeme rağmen bir gün onlardan ayrılacağım gerçeği beni kahrediyor. Çünkü onları kaybettiğimde yalnız annemi babamı değil kollarımı ve bacaklarımı da kaybetmiş olacağım.
|